28 Ocak 2012 Cumartesi

KORKULUK MU CESARET Mİ?


Frank Herbert’in Dune serisinden, Bene Gesserit rahibeleri korku duası;

‘I must not fear.Fear is the mind-killer.Fear is the little-death that brings total obliteration.
I will face my fear.I will permit it to pass over me and through me.And when it has gone past I will turn the inner eye to see its path.Where the fear has gone there will be nothing.
Only I will remain. ‘

Türkçesi;

‘Korkmamalıyım. Korku, akıl katilidir. Korku toptan yok oluşu getiren küçük ölümdür. Korkumla yüzleşeceğim. Korkumun üzerimden ve içimden geçip gitmesine izin vereceğim ve geçip gittiği an, geçtiği yolu görmek için iç gözümü ona çevireceğim. Korkunun gittiği yerde hiçbir şey olmayacak, yalnızca ben kalacağım.

Yıllar geçiyor ve kendini başarısız hissediyorsun, geriye git, çok geriye git, ilk korkularını hatırla..Korku dediysem içgüdüyle gelen , psikolojik olarak varlığı korumak/sürdürmek için olan korkular değil, yılandan, ateşten, depremden bahsetmiyorum. Dayatmayla öğretilen, sosyal korkular, reddedilme korkusu, dışlanma korkusu, gelecek korkusu, bir otoriteye karşı korku asıl mesele.

Belki hatırlayabildiğin bu tür ilk korku mahallenin eli sopalı, sapanlı, taş atan, kafa göz yarmaktan çekinmeyen çocuğuydu.. Mahalledeki o yaramaz çocuğun seni dövmesinden korkuyordun, korktuğun için sana kabadayılık yapmasına izin veriyordun. Keşke korkmasaydın. Dayak yeme riskini göze alıp, alsaydın karşına o çocuğu o gün, belki şu an bambaşka bir hayatın olabilirdi..

Peki sonra kimlerden/nelerden korktun?

Okul müdüründen mi? Patronundan mı? Departman yöneticinden mi? Lafla, kelime oyunlarıyla, çirkeflikle seni haksız duruma düşürenlerden mi? Geleceğinden mi? Aslında sevmediğin işini kaybetmekten mi? Ancak ilkel ihtiyaçlarını karşılayan maaşını kaybetmekten mi?

Korktun..Korktuğun için sustun..Sustuğun için kendini savunamadın, düşündüklerini açık açık söyleyemedin ve haklıyken haksız oldun, başarılıyken, başarısız oldun. Korktun ve sonunda kendine güvenmeyen, sinik, aslında kendinin bile dikkatli baktığında ‘ezik bulacağın’ bir karakter oldun.

Oysa korkmamak gerek, korktukça yaşamıyorsun çünkü, korktukça, sustukça, içine attıkça, kendi kendine BAŞARISIZLIĞI KADERİN HALİNE GETİRİYORSUN ÇÜNKÜ..

Savaşmak gerek, savaşmadıkça hiç bir şey mümkün değil.. Kaybedecek neyin var? Zaten korktuğun için bir şeyin olamamış bugüne kadar.

Bir zen hikayesi şöyle anlatır:
"Gece yürüyen bir adamın ayağı kayar ve adam taşlı bir yoldan düşer. metrelerce aşağı düşmekten korkar, çünkü yolun kenarının çok derin bir vadiye uzandığını biliyordur. O da kenarda sarkan bir dala tutunur. gecenin karanlığında, altında görebildiği tek şey, dipsiz bir uçurumdur. Bağırır ve tek duyduğu kendi sesinin yankısı olur. Onu duyacak kimse yoktur etrafta.
Bu adamı ve bütün gece yaşadığı işkenceyi hayal edebilirsin. Ölüm sürekli altında bekler, elleri üşür, hakimiyetini kaybeder... Ama tutunmayı başarır ve güneş çıktığında, aşağı bakar... ve güler! Uçurum falan yoktur. Sadece on beş santim kadar aşağıda kayalık bir düzlük vardır. tüm gece dinlenebilir, rahatça uyuyabilirdi - düzlük yeterince genişti - ama bunun yerine bütün gecesini kabus gibi geçirdi.

Kendi tecrübelerimden yola çıkarak sana şunu söyleyeyim:
Korku, on beş santimden daha derin değildir. Şimdi ister bir dala tutunup tüm yaşamını bir kabusa çevir, istersen o dalı bırak ve ayaklarının üzerine bas, sana kalmış. Korkulacak hiçbir şey yok." (Osho - Korku)


Korktuğumuz için var olamıyoruz.. Korktuğumuz için risk alamıyoruz, korktuğumuz için sevmediğimiz işlerde çalışıp, hayal ettiğimizden uzak hayatlar yaşıyoruz, korktuğumuz için sevmediğimiz onca şeye katlanıyoruz.

Korku bir yaşam engelidir!

Tamam korkusuz olmak kolay değil..O halde yine kork ama bu sefer CESARET et.. Cesaret korkusuzluk demek değildir. Cesaret korktuğun halde, hatta bazen korkundan titrediğin halde o şeyi yapmaktır. Korkmadığımız bir şey yapmak, zaten cesaret gerektirmez.

Unutmamak gerek! Korkunun kendisi, korkulan şeyin başa gelmesinden daha kötüdür.


2012 İÇİN İYİ DİLEKLER

      Beklemiyordun, ani oldu biliyorum ama bu bir ayrılık konuşması 2011. Affederim ama unutmam, seninle birlikte 20 li yaşlarım son buldu. Çirkin bir yıldın kabul et.. Bir kere hızlı ve saçma sapan geçtin. Tatillerin azdı. Bir çok tatil hafta sonuna denk geldi. Dünyaya da bana da bir huzur vermedin. Hemen özetliyorum seninle olan ilişkimizi ve neden ayrılmak istediğimi;                                      
      Seninle olduğumuz süreçte AKP seçimi kazandı, ‘Hayaldi gerçek oldu’ sloganından nefret ettim seninle, şifreyi bilen öğrenciler YGS yi kazandı, açıklayamamalar karşısında Abdullah Gül ‘tatmin olduğu’ için biz de halk olarak ‘tatmin olduk’,oturup püskevit yedik, üstüne soğuk bir su içtik. Asya ve Ortadoğu ülkelerindeki siyasi krizler, Avrupa ülkelerindeki ekonomik krizler, ülkemdeki çeşit çeşit kerizler gündeme damgalarını vurdu seninle. Bir bozkırı yesertip ODTU yü sevdiğimiz ODTU yapan kurucu rektörümüz Kemal Kurdasi kaybettik. Japonya’da tsunami, deprem oldu, medeniyet muhteşem hemen toparlandılar, Van’da da deprem oldu, hayatın normale dönmesini hala umudediyoruz.
     Yargı sistemimiz muhteşem çalıştı yine seninle, 13 yasindaki çocukta 28 yetiskinle iliskiye girme konusunda riza aradılar, tecavüze uğrayanların tecavüzcüleriyle evlenmelerini önerdiler. Geçen yıla nazaran performans kaybı yoktu, yine insan olduğumuza utandırdılar bizi. Oysa senden neler ummuştum 2011..Yazıklar olsun!
      Dur, daha bitmedi. Beyaz atlı prensini bekleyen milyonlarca genç kızı hüsrana uğrattın 2011, William Kate ile, Albert Charlene ile evlendi, geriye benim bildiğim bir Harry kaldı, onu da ben almam, alana kesinlikle mani olmam.Tuhaf şeyler yaşadık seninle 2011. Cemaatler, politikacılar, sanatçılar arası caiz bir tabirse bir Afrika yardım yarışması yapıldı, Acun yarışmayı organize etmek istedi ama izin verilmedi, Ajda Pekkan zaten kavrulmakta olan Afrikayı ‘yakıp git’meseydi iyiydi ama neyse. Günler, günleri, aylar ayları, Nihat Daçmin’i, Kuzey Güneyi, mevsimler mevsimleri kovaladı, yaz, Hürrem, Sülüman, sonbahar, şike, kış derken Arap baharı çıkageldi, başta politikacılarımız olmak üzere ne kostüm giyeceğimizi şaşırttın bize.
      Birçokşeyi değiştirdin 2011, alışveriş kültürümüzü değiştirdin bir kere, Trendyol, Limango, Morhipo, Grupanya, şehir fırsatı, günün fırsatı, dünün fırsatı derken kafamız karıştığı için hiçbirşey alamaz olduk. Sürekli iphone’culuk oynadık, uygulamalarımız olmadan biz bir hiçtik. Iphone’u olmayan zaten hepten hiçti. Hem sonra fakir ama gururlu çeyrek altını bile çok değiştirdin, o artık bizim bildiğimiz çeyrek değil.
      Tıpta önemli gelişmeler olmadı değil senle. Arabeskin değil, asıl Çiğ köftenin beyin hücrelerini ve kafatasını yenilediği Türk hekimleri tarafından kanıtlandı, İbrahim Tatlıses başından vurulmasına rağmen ölmedi örneğin, ama Amy Winehouse öldü.. Favori diyetlerimiz Karatay diyeti ve Dukan diyetiydi seninle..İki diyet de püskeviti kesinlikle yasaklıyordu. Bir süre hep protein yedik, kilo da verdik vermesine ama yıl sonu duruma bakıldığında püskevite ve sana kesinlikle elveda dememiz gerektiği ortada.
           Ayrıca senden nefret etmek için kişisel nedenlerim de var. 20lere veda ettim seninle, genç olmak için çok yaşlı, yaşlı olmak içinse çok gencim artık. Tam anlamıyla kısır döngüler yılıydın. Kendime yabancılaştım, hayattan ne istediğimi sorguladım, aradım,buldum, bulduğumu sandım, oysa bulamadım, tekrar sorguladım, tekrar sorguladım ve hala bulamadım. 30 yaşındayım ve hala ne istediğimi bilmiyorum hayattan ve bunun tek suçlusu sensin 2011. İç huzuru vermedin, büyüttün beni, yaşlandırdın, beni anlıyor musun? Saçimda ilk beyaz tele tanık oldum senin yüzünden, kopardım, etrafımdaki insanlardan büyük tepki aldım, artık koparmıyorum, dibinden nazikçe kesiyor ve o bir telden fazlasına sahip olmaktan endişe duyuyorum.
          Gördüğün gibi Very big catler, Cicişler, Pampişler, Adını Feriha koydum, bırak öyle kalsın falan derken seninle ilişkimizin sonuna geldik.
           Bitti 2011.Elveda.                                             
           Gelelim, yılların en tatlısı 2012 ye!
           2012 senden insanlık namına bir takım beklentilerimiz var. 2011 beklentileri karşılayamadı, senin bizi hayal kırıklığına uğratmayacağını umuyorum. Senden Halk olarak Fatmagül’ün suçunun ne olduğunu öğrenebilmeyi, insan yerine konulup GDOlu gıdaların GDOlu olduğunu ya da en azından GDOlu olmayanların GDOlu olmadığını bildiren etiketlerle karşılaşmayı, Ösymnin dürüstlüğüne, Yargı sisteminin adaletine inanabilmeyi, ülkede inanabileceğimiz bir kurum bulabilmeyi, Milletvekilleri maaşları konusunda birinin bulabilirse vicdanına elini koyabilmesini, Serdar Ortaç’ın yaz başı albüm çıkarmamasını ve zenci olmadığını anlamasını, halk olarak varolduğunusanıcılık durumumuzdan kurtulmayı, bebekte 3-5 tur atarak hayatımızda kötü giden herşeyi unutabilmeyi, emeklilik yaşının 40 a çekilmesini, sevdiğimiz insanlarla daha çok vakit geçirebilmeyi, insanların birer makine değil de insan olduklarını hissedebildiği, insani işyerlerinde çalışabilmelerini istiyorum.
         2012 de siz okurlarımın tüm dileklerinin gerçekleşmesini istiyorum, benimle ilgili iyi dileklerinizin daha hızlı gerçekleşmesini istiyorum, 2012 nin aşksız olanlara aşk, işsiz ya da işinde mutlu olmayanlara yeni ve güzel işler vermesini diliyorum. Sağlıklı, mutlu, huzurlu, iç huzurlu, neşeli olmamızı istiyorum. 2011 sorgulama ve aydınlanma yılıydı numerik olarak, 2012 demir atma yılıymış, herkesin mutlu olacakları işlerde, ilişkilerde demir atmalarını istiyorum 2012den.
Sevgiler ve Mutlu Yıllar
Derya Demir

25 Ocak 2012 Çarşamba

ÇOKTAN SEÇMELİ JENERASYON




           Biz saçma sapan bir eğitim sisteminin ürünleriyiz. Bizler 5. kattaki 15 yaşında bir kızın apartman girişinde bekleyen 18 yaşındaki sevgilisinin kafasına bir saksı atması durumunda, saksının 2. kattan geçerken hızının ne olacağını ve 3 yıl sonra üvey annesi ile kızın yaşlarının toplamının ne olacağını hesaplayabilen, present perfect tense’i bir türlü öğrenememiş, eyalet sistemiyle yönetilmeyen ülkesinin hangi amaçla coğrafi bölgelere ayrıldığını hiç sorgulamamış, A şehrinden B şehrine dibi delik havuzun musluğunu açık bırakarak gidebilen bir jenerasyonuz. Bize şıklar verildiği sürece, doğru cevabı verebileceğimizden emin olun ama yorum istemeyin bizden..kendi düşüncelerimizi istemeyin..Kendimizin olan bir şeyimiz yok çünkü.




        Biz hayatımızdaki en kritik kararları hiç bir şey bilmeden, mesleğini bile aldığı puana göre seçmek zorunda bırakılmış bir nesiliz. Biz kendi kaderini tayin etmekten aciz, hep müttefikleri yenildiği için yenik sayılan, hakkını bile savunamayan, yanında adam öldürseler ‘abi ben körüm, orda bir şey mi oldu’ diyecek kadar korkak, duyarsızlığa programlı bir jenerasyonuz.. Peynir yok, artık biliyoruz ama bizi içine koyduğunuz labirentte bir türlü çıkış yolunu bulamıyoruz, çoğumuz zaten hiç aramıyoruz.
      İçine sokulduğumuz kabın şeklini o kadar iyi aldık ki, bizden herhangi bir konuda ümidiniz olmasın. Tersine evrim deneyleriniz başarılı oldu, insandan maymuna geçiş başarıyla tamamlandı, her tarafımız kıllı ama g*tümüz hep açık, arada kafamızı kaşıyorsak, düşündüğümüzden değil, bitten. Bizler artık görmüyoruz, duymuyoruz, bilmiyoruz…Sesimizi çıkarmıyoruz.... Evimiz sandığımız kafesten içeri fıstık atarsanız, ne söylediğinize, neyi savunduğunuza bakmaksızın alkışlarız..Bir de muzumuzu ihmal etmeyin, yeter..GDO’luymuş, değilmiş, ithalmiş, yerliymiş önemli değil..


OKUDUKLARIMIZI ANLADIK MI BÖLÜMÜ
Soru: Bu yazının başlığındaki Ç harfini aşağıdaki hangi harf ile değiştirmek konu bütünlüğü açısından daha uygun olur?                                                                                                                                                                                                               a) F      b) P    c) Y     d) Ş     e) B

Bilene Muz vericem..Çikita..

ADRENALİN KÖYÜ- FETHİYE


                 Çoğumuzun yılda 1-2 hafta ancak tatili oluyor ve o hafta o kadar kıymetli ki; aylarca hayalini kuruyoruz, nerede, nasıl geçireceğimizi planlıyoruz, alternatifler arasında kafa patlatıyoruz. Sürecin sonunda bir çoğumuz standart, her şey dahil tatil köylerini seçiyoruz ancak kendi adıma saat kaçta uyanacağıma ya da gün içinde neler yapacağıma tatil köyünün yemek ya da etkinlik saatlerinin karar vermesinden çok sıkıldım. Gün boyu plajda, havuz kenarında yüksek seste, sonu gelmeyen piyasa müzikler nedeniyle huzur bulamamaktan yoruldum. Aslında lezzetli olmayan bir ton şey yiyip, kilo alıp (zevk almadan alınan kiloya karşıyım), gittiğim beldenin hiçbir yerini gezmeden, halkını görmeden tembel tembel dönmekten de usandım.

         Siz de tam olarak bunlarıhissediyorsanız ve en son ne zaman birşeyi ‘İlk defa’ deneyimlediniz sorusuna vereceğiniz cevap ‘Çok önceydi.’şeklindeyse eğer, Adrenalin Köyü butik tatil köyü konseptiyle ve sunduğu birbirinden adrenalinli aktiviteleriyle tam size göre bir tatil sunuyor.
        Uyarmalıyım, Adrenalin köyünden 8 yıldızlı otel konforu beklemeyin. Sizi bekleyen minimalist, ihtiyaç odaklı, klimalı, temiz odalar, 5-6 çeşidi aşmayan ama lezzetli yemekler, orta boy bir havuz, bir at, dört köpek, bir kedi, tavuklar, horozlar ve en önemlisi güler yüzlü, sohbetine doyamayacağınız personel ve misafirler.
          Adrenalin köyüne gittiğinizde tek yapmanız gereken Paraşüt sörfü, Rüzgar Sörfü, Yamaç paraşütü, Tüplü dalış, Atlı sporlar, Jip safari, Dağcılık, Rafting, Katamaran gibi aktivitelerden hangilerini ne zaman yapmak istediğinizi bildirmeniz, buna göre gerekli organizasyon sizi hiç uğraştırmadan yapılıyor. Üstelik fiyatlar şaşırtıcı derecede makul.
 Benden söylemesi…

24 Ocak 2012 Salı

HER ŞEYİ BIRAKIP GİTMEK

 Bu duyguyu farklı şiddetlerde de olsa yaşamayanımız yoktur herhalde. Genelde iş, okul ya da aşk stresleri, huzur özlemi, daralma, aynılıktan bunalma, hiç bir şeyin tatmin etmemesi, her şeyin üstünüze üstünüze gelmesi, insandan nefret etme, başarısızlık hissi, mücadeleden yorulmuş bir iç sesin sıklıkla ‘Bırak git, bırak git’ diye fısıldaması, soyut bir elin boğazınızı sıkması gibi sebeplerle tezahür eder. İstemek başka bir şeydir fakat yapmak CESARET İSTER!                                                                       
Bir avuç insan tanıdım bunu yapabilen, deneyip mutlu olanlar ve deneyip yanılanlar oldu. Deneyip mutlu olanlar aslında kendilerinden değil, yaşadıkları şehrin stresinden, trafiğinden, dayatmalarından bıkmış olanlardı. Bu nedenle gitmek duygusu depreştiğinde, tek çözümmüş gibi göründüğünde sebepleri iyi analiz etmek gerekiyor. Nereden gitmek istiyorsunuz? Bu şehirden mi? Kendinizden mi?



  • Her sabah 6 da uykunuzu aldığınız için değil, çalan bir saat nedeniyle uyanıyorsanız
  • Günün 2 saatini trafiğe sıkışmış şekilde serviste geçirerek, güneş görmeyen bir plazada, en erken 18:30 da, çoğunlukla da gece yarısına doğru işten çıkabiliyorsanız,
  • Gün içinde anneniz arasa dahi konuşamayacak kadar yoğunsanız,
  • İş yerindeki rekabet sizi çoktan aşmış, etrafınızdakileri insan olmaktan çıkarmışsa,
  • Stresiniz artık sağlık sorunları olarak gün yüzüne çıkmaya başlamışsa,
  • Yapmakta olduğunuz iş, hayalinizdeki iş değilse,
  • Hayalinizdeki işi yaparak bu şehirde geçinme şansınız yoksa
  • İçinde yaşamaya vakit bulamadığınız yeşilsiz, bahçesiz, gri betondan evinize maaşınızın yarısını yatırıyorsanız,
  • Çocuğunuz bakıcıya ‘Anne’ demek üzereyse,
  • Eşinizle paylaştığınız en güzel dakikalar salondaki koltukta, pijamalarla tv seyretmekten ibaretse
  • Sizinle aynı şehirde yaşayan en sevdiğiniz arkadaşınızı üç ayda bir görüp, bunu da yadırgamıyorsanız,
  • Hiçbir hobiniz için vakit ya da fırsat bulamıyorsanız,
  • Daha rahat bir iş ile de bu şehirde insan gibi geçinmeniz imkansızsa
  • Yaşadığınız şehirde soluduğunuz şey hava değilse
  • Yatağınıza yattığınızda gürültüyse duyduğunuz
  • Sokakta ağır ağır ve gülümseyerek yürüyen insan görmüyorsanız
 ‘GİTMEK’ eylemi yanlış değildir bence. Peki nereye? Bir çok alternatif var fakat salyangoz sertifikası almış ‘Yavaş şehirler’ benim yeni umudum. Haftaya dünyada hızla yayılan ‘Yavaş şehirler’ yazımla karşınızda olacağım. Sizler de bu süreçte nereden kaçmak istediğinize karar verin. Sevgiler..

23 Ocak 2012 Pazartesi

ROMANTİZMİN ve TUTKUNUN DORUKLARINDA MODERN HİNT DİZİLERİ

İş nedeniyle Hindistan’a sık gidip geldiğim dönemlerde tanıştım bu dizilerle. Yoğun toplantılar sonrası, yorgun argın, otel odasına dönüp, alt yazısı olmayan, Hintçe diziler izledim gecelerce. Önceleri gülmek için izliyordum, ya da ben öyle sanıyordum, sonra baktım ki söyledikleri tek kelimeyi bile anlamamama rağmen, seyahatlerimin vazgeçilmezlerinden olmuş bu romantik dramalar.
Komik olmasına komikler fakat aynı zamanda o kadar romantikler ki takılıp kalmamak elde değil. Sanki senarist ile yönetmen oturmuş, klişe olsun, olmasın, en romantik dekor ve sahnelerin listesini çıkarmışlar, teker teker her bölümde uyguluyorlar. Bir sahnede kızla çocuk çarpışıyor, kağıtlar havalarda uçuşuyor, başka bir sahnede yağmurun altında dans ediyorlar, kızın ayağı illaki burkuluyor, doğal olarak delikanlı kızı kucağında taşıyor, çocuk bir şekilde yaralanıyor, kız şefkatli bir biçimde pansuman yapıyor. Sonra iki-üç bölümde bir, çocuk kızın bir şekilde hayatını kurtarıyor, kahramanı oluyor. Dizilerde anlamlandıramadığım bir biçimde cereyan söz konusu, her karşılaşma sahnesinde, ister açık, ister kapalı mekanda olsunlar, kızın saçları mutlaka ama mutlaka tatlı bir meltemle savruluyor.
Diziler romantik olduğu kadar çelişkili bir biçimde hem masum, hem tutkulu. Öpüşme sahnesi kesinlikle yasak, çıplaklık söz konusu bile değil fakat sürekli nefes nefese, öptü öpecek dedirten tutkulu sahnelerle, can alıcı bakışlarla, tansiyon hep yüksek tutuluyor. İtiraf etmeliyim insana ‘yeter artık’ dedirtecek cinsten uzun bakışma sahneleri var. Sıradan sosyal rollere uyumlu biçimde kızlar utangaç, ürkek, kontrollü; erkekler kararlı, cüretkar. Bir bölüm yok ki kız kaçmaya çalışırken, kaslı yakışıklı jönümüz kızı bileğinden tutup yakalamasın. Mekan seçimi ve dekora gelince, hiçbir fantezi dizginlenmemiş, sınır tanınmamış, fıskiyeli, güvercinlerin uçuştuğu avlular mı istersiniz, yağmurlu bir gecede ormanda sığınılan samanlık mı istersiniz her şey var. Etrafı tüllerle çevrili prenses yatakları , mumlar, rengarenk çiçekler, şömineler kaçınılmaz öğeler
Oyuncuların kıyafetleri de çok güzel ve renkli. Yeri geliyor yerel hint kıyafetleriyle, sarilerle, bağları çözülmek suretiyle gerilim yaratan çolilerle görüyoruz oyuncuları, yeri geliyor olabilecek en batılı giysilerle. Hızmalardan, hal hallardan, bele takılan takılardan bahsetmiyorum bile. Tabi ki kızlar çok güzel, erkekler de yakışıklı. Bu kadar anlattım, merak edenler internetten aşağıda örnek teşkil edecek üç dizi ile ilgili videolar izleyebilir; Geet - Hui Sabse Parayi Rang Badalti Odhni Dill Mill Gayye Peki bu dizilerde ne anlatılıyor, hikaye ne? Maalesef bilmiyorum. Belki bir Türk TV kanalı bu dizilerden birini ekranlarımıza getirir de, öğreniriz. Kim bilir? Sevgiler Derya Demir

HOW I MET YOUR MOTHER üzerine

Bu yazı tüm How I Met Your Mother sevenlere gelsin!

        Neden How I Met Your Mother dizisini bu kadar çok seviyoruz? Neden başka bir dizi değil de How I Met Your Mother? Neden tüm diziler ara verdiğinde en çok bu diziyi özlüyoruz?

        Öncelikle mükemmel bir komedi, her bölümün sonunda insanın suratında tatlı bir gülümseme bırakıyor. Dizinin ilişkilere olan yaklaşımı muhteşem. Hemen hemen her bölümde tam anlamıyla zeka pırıltıları akan espriler, dahiyane olay, durum, karakter, psikoloji analizleri söz konusu, hani etrafımızda sürekli gördüğümüz ama bugüne kadar kelimelerle anlatmadığımız cinsten. Dizinin bir bölümü yok ki, ‘Vasattı’ diye nitelendireceğimiz.. Çok iyi kurgulanmış, her ayrıntısı bir seri katilin titizliğiyle düşünülmüş bir dizi.

        Daha da önemlisi kast muhteşem, başka bir Barney, başka bir Lilly, başka bir Marshall kesinlikle istemiyoruz. Tüm karakterler bir puzzle’ın parçaları gibi pürüzsüz bir şekilde oturmuş ve birbirini tamamlıyor. Burada sizlere ‘lemon law’ dan, ‘Bro code’ dan, ‘Slap bat’den, ‘The naked man’ den bahsetmeyeceğim.

        Benim asıl bahsetmek istediğim bu dizinin reytinginin arkasındaki bir kaç gizli formül, bir kaç psikolojik hile.

        Bu dizi ve benzeri Friends, Coupling gibi diziler gerçek, yorucu, gündelik hayatlarımızdan kısa süreli, konforlu kaçamaklar yapmamız için tasarlanmış. Bunu biliyoruz fakat en önemli psikolojik hile, kendimizle ve çevremizdekilerle özdeşleştirebileceğimiz karakterler sunulması. O karakterlerle tanışır tanışmaz bağ kuruyoruz, kimimiz kendisini hayatının aşkını arayan Ted ile bir tutuyor, kimimiz kendini Barney Stintson sanmaya başlıyor ve mecaz anlamda o karakterlerle arkadaş oluyoruz. O karakterlerin başına gelecekler bizi birebir ilgilendirmeye başlıyor ve diziye bağlanıp kalıyoruz.

         İkinci hile, özümsediğimiz kendimizle bir tuttuğumuz bu karakterlerin, bizim yapmak isteyip yapamadığımız şeyleri yapabiliyor oluşu. Kopmayan, bitmeyen, sevgi dolu, anlamlı arkadaşlıklar, zevk alınan meslekler ve maceracı bir sosyal hayat istiyoruz. Biz de her akşam en sevdiğimiz arkadaşlarımızla aynı bardaki, aynı masada bir araya gelmek istiyoruz. Biz de arkadaşlarımızla aynı evde yaşayabilmek istiyoruz. Onların yapabildiği şeyleri sanki biz de yapıyormuşuz gibi tatlı bir yanılsamayla yaşıyoruz.

         İdealist bekar bir mimar, kendini adamış çevreci bir avukat, resim yeteneği olan bir anaokulu öğretmeni, güzel bir Tv spikeri, sosyal hırsları olan bir iş adamı. Bu karakterlere aşık oluyoruz çünkü her biri bizim içimizde olan, birbiriyle örtüşen ya da çelişen başka bir isteği temsil ediyor. Ted kadar bağımsız olmak istiyoruz, Marshall kadar idealist, Barney gibi çapkın olup Lilly ile Marshall’ın ki gibi birbiri için yaratılmış olmak istiyoruz. Dizinin her yeni bölümüyle karakterlere olan bağımız artıyor.

        Son formül ise gerçek ile fantazinin ölçülü dağılımı. İzlediğimiz şeyin tamamen fantazi olduğunu düşünsek bizi bu kadar çekmeyebilir. Dizi gerçek ile fantazi arasındaki ince çizgide o kadar iyi geziniyor ki, bilinçaltımızda bizim de bu hayatı yakalayabileceğimizi tetiklemekle kalmayıp, özdeşleştiğimiz karakteri kendi hayatımız için rehber olarak görmeye başlıyoruz.

        İşte bu dizinin başarılı olmasının nedenleri bana göre bunlar. Bu dizinin arkasındaki sosyal dehaları kutluyorum, kendilerinden ricam şu; Ted, çocukların annesiyle tanışsın, tanışmasın, hiç önemli değil..Yeter ki bu dizi hiç bitmesin :)

YENİ BİR EV KURMAK İÇİN GEREKENLER REHBERİ


1. BÖLÜM-MUTFAK
                
Romantik bir ortamda, ya da sevimli bir ortamda, hayal ettiğiniz gibi ya da değil, sevgiliniz sonunda size evlenme teklif etti. Şimdi sizlerden parmağınızdaki tek taşa bakıp büyülenmekten bir süreliğine vazgeçmenizi ve daha ciddi, daha zaman alıcı konulara yönelip hayalini kurduğunuz ev için almanız gerekenlere dikkatinizi yoğunlaştırmanızı rica ediyorum.
Elbette burada vereceğim liste yoğun tempoda çalışan, kuracağı ev konusunda anne yardımı alamayacaklar için daha fazla önem taşıyor. Fakat çalışsanız da çalışmasanız da, sizin için birileri her şeyi yapıyor olsa da olmasa da bir evin mutfağı için olmazsa olmazlar listesi, bizzat araştırıp, incelediğim uyarı mahiyetindeki notlar ve önerilerle birlikte burada. Sonraki bölümlerde evin diğer kısımları ile ilgili de bilgi vereceğim.

Eğer hali hazırda oturacağınız ev belli değilse, aşağıdaki liste sıralaması tam size göre çünkü önce evin ebadıyla, genel renk uyumuyla alakasız ürünlerle başlıyorsunuz alışverişe. İçinizden ‘Düğüne daha 6/8/10/12 ay var şimdiden erken değil mi bu kadar ıvır zıvırı almak için?’ diyenleri duyar gibi oluyorum fakat düğün tarihi yaklaştığında rahat, huzurlu, tek derdinizin ‘solaryuma kaç seans gitmeniz gerektiğini düşünmek’ olmasını istiyorsanız, alın çıktısını bu listenin ve başlayın yavaş yavaş. Ayrıca, aşağıdaki listedeki ürünlerin maliyetleri hiç düşük değil, düğüne yakın bütçenizin rahat olması açısından ve son dakika kalitesiz, aslında çok ta beğenmediğiniz ürünler almak zorunda kalmamanız için bu işe ehemmiyetle sarılmanız şart. Bir de beğendiğiniz, almak istediğiniz birçok ürünü hemen teslim alamıyorsunuz, ürüne, modele, stok durumuna göre bir hafta da bir ay da beklediğiniz olabiliyor.

Sizler alışverişe başlamadan önce değinmem gereken birkaç husus daha var.

Birincisi, samimi arkadaşlarınız ya da akrabalarınız evinize hediye olarak illaki bir şeyler almak isteyecek.

a)      Yüzsüz olun, kimden ne istiyorsanız o kişilere bildirin.
b)      Medeni olun, almadığınız ürünlerin listesini bildirin insanlara, onlar içinden seçip, size bilgi verip alsın.
c)      Kuzu gibi olun, günün sonunda evinizde bazı ürünlerden 5 er tane olsun, ihtiyacınız olanlardan hiç olmasın.

Karar sizin..

İkinci husus; interneti, internetten satış sitelerini kesinlikle göz ardı etmeyin. Alacağınız ürün ya da marka konusunda tüketici forumlarını, kadın forumlarını elinizden geldiğince okumaya çalışın. Mağazada görüp çok beğendiğiniz bir ürünü gözü kapalı almayın, fiyatlarına internette de mutlaka bakın. Günümüzde birçok internet sitesi alışveriş merkezlerinde fahiş dükkân kiraları ödemedikleri, yüzlerce mağaza personeline maaş ödemedikleri için, bir depo kiralamak suretiyle, kar payını daha düşük tutarak çok daha iyi fiyat alternatifleri sunabiliyor, üstelik aynı garanti süreleriyle, kapınıza teslim edilecek şekilde.

Bir diğer konu da mağaza personeli ile kurduğunuz diyalog. Farklı mağazalarda işinin ehli satış personelleri bulun ve onları çeşitli sorularla sıkıştırmaktan çekinmeyin. ‘Siz hangisini önerirsiniz?’ ‘En sağlıklısı hangisi?’ ‘Neden bunu değil de bunu önerdiniz, farkları ne?’ gibi.

Son ve en önemli husus; sevgiliniz bir alışveriş manyağı değilse, ev ürünlerine dair özel bir tutkusu yoksa, bu alışveriş sürecinin her aşamasına onu dahil etmeye çalışarak kendinizden nefret ettirmeyin, size evlenme teklif ettiğine pişman etmeyin. Siz alternatifleri eleyip, kararınızı verdikten sonra, illa onu da dahil etmek istiyorsanız ‘İşte istediğim tencere tava seti bu, şimdi almaya gidiyoruz.’ deyin. Ondan anlamadığı ve içtenlikle ilgilenmediği konularda yardım, öneri, seçim beklemeyin, kendinizi kandırmayın.

Unuttuğum eşyalar varsa, listenin altında bıraktığım boş satırlara ekleyin.
Mavi ile işaretli bölümdeki ürünler olmazsa olmaz kategorisinde değil, sarı ile işaretli bölüm ise küçük bir uyarı. Artık birçok konut projesinde aspiratör, ocak, fırın, mikro dalga fırın hatta bulaşık makinesi bile evin standart donanımında hazır olarak teslim ediliyor. Oturacağınız ev henüz belli değilse, sarı ile işaretli satırları en sona bırakmakta fayda var.
Söyleyeceklerim bu kadar, umarım işinize yarar. Bazılarınıza işkence gibi gelecek, bazılarınızın hobiye dönüştüreceği bu tatlı alışveriş macerasında sizlere başarılar dilerim.



MUTFAK
DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER
YEMEK TAKIMI - GÜNLÜK
GENELDE 6 KİŞİLİK ALINIYOR ANCAK, 12 KİŞİLİK OLMASI MAKİNEDEKİ BULAŞIKLAR HENÜZ YIKANMAMIŞ OLDUĞUNDA, HAYAT KURTARIYOR.
YEMEK TAKIMI -MİSAFİR İÇİN

ÇATAL BIÇAK TAKIMI- GÜNLÜK
ÇİZİLME SORUNUNA KARŞI UZUN YILLAR TAMİR VE DEĞİŞİM GARANTİSİ VEREN BİR MARKA SEÇİN. İKİ GÜN SONRA PASLANACAK SAÇMA SAPAN BİRŞEY ALMAYIN. ÖNEMLİ! PARLAK KAPLAMALILAR ÇİZİĞİ VE PARMAK İZİNİ DAHA AZ GÖSTERİR.
ÇATAL BIÇAK TAKIMI- MİSAFİR İÇİN
ÇİZİLME SORUNUNA KARŞI UZUN YILLAR TAMİR VE DEĞİŞİM GARANTİSİ VEREN BİR MARKA SEÇİN. İKİ GÜN SONRA PASLANACAK SAÇMA SAPAN BİRŞEY ALMAYIN. ÖNEMLİ! PARLAK KAPLAMALILAR ÇİZİĞİ VE PARMAK İZİNİ DAHA AZ GÖSTERİR.
BIÇAK SETİ
GENELDE 7 PARÇA OLUYOR, ET, EKMEK, SEBZE FALAN DİYE ÇEŞİTLİ. TEZGAH ÜZERİNE YERLEŞTİRİLEBİLEN TAHTA STANDLILARI ÖNERİRİM.
TAHTA KAŞIKLAR
ÇEŞİTLİ EBATLARDA 4-5 TANE MUTLAKA ALIN, YEMEK PİŞİRİRKEN TENCERELERİNİZİ ÇİZMEK İSTEMEZSİNİZ.
ÇELİK TENCERE
OLMAZSA OLMAZ. 2-3 FARKLI BOYDA ŞART.
DÜDÜKLÜ TENCERE
3-4 KİŞİLİK BİR EVE, 4,5 LTLİK 1 ADET, İDEAL. YOĞUN ÇALIŞIYOR, EVE GEÇ ULAŞIYORSANIZ, 10 DAKİKADA MUHTEŞEM YEMEKLER YAPMANIZI SAĞLIYOR. DİKKAT ETMENİZ GEREKEN HUSUS, PATLAMAMA GARANTİSİ VEREN BİR MARKADAN ALMANIZ.
PİLAV TENCERESİ
DİBİ TUTMAYACAK, İÇİ SERAMİK OLANLARI, HATTA CERAMICA SERTİFİKASI OLANLARI TERCİH EDİN, SAĞLIĞINIZ İÇİN TEFLON KAPLAMALI ALMAYIN.
DÖKÜM TENCERE
OLABİLECEK EN SAĞLIKLI TENCERE! ÜSTELİK DÖKÜM TENCEREYLE YAKALAYACAĞINIZ LEZZETİ DİĞER HİÇBİR ÜRÜNLE YAKALAYAMAZSINIZ. ÜRÜN BİRAZ AĞIR, GÜNLÜK KULLANIM İÇİN PEK PRATİK DEĞİL AMA EVİNİZDE 1 ADET BULUNURSA GÜVEÇ KIVAMINDA ET YEMEKLERİ YAPARSINIZ. DİKKAT! KAPLAMASIZ DEMİR DÖKÜM OLMALI!
TAVA SETİ
20,24,28 CM ENLERİNDE 3 TAVA YETERLİ OLACAKTIR. BENİM ÖNERİM YİNE DİBİ TUTMAYACAK OLAN, İÇİ SERAMİK OLANLARI, HATTA CERAMICA SERTİFİKASI OLANLARI TERCİH EDİN, SAĞLIĞINIZ İÇİN TEFLON KAPLAMALI ALMAYIN.
CEZVE SETİ
GENELDE 3 LÜ OLUYOR.SAPINI TUTTUĞUNUZDA ELİNİZ YANMAYACAK MATERYALDE OLSUN, GERİSİ ZEVKİNİZE KALMIŞ.
ÇAYDANLIK
ÇOK FARKLI TASARIMLARDA ÜRÜNLER VAR. ÇEVREM ÇAYDANLIK NEDENİYLE YANIK VAKALARIYLA DOLU, BENİM TERCİHİM EMNİYETTEN YANA. TAMAMEN ÇELİK, KAPAKLARI MİNİK HAMLELERLE KİLİTLENEN ŞIK MODELLER VAR.
BAHARATLIK

YAĞDANLIK-SİRKELİK

TEPSİ

MUTFAK TAHTASI

SAKLAMA KABI

FIRIN ÜRÜNLERİ

RENDE

SÜRAHİ

KÜLLÜK

ÇEREZLİK

SARMISAK EZECEĞİ

TÜRBÜŞON

LİMON SIKACAĞI

ŞEKERLİK

MAKARNA SÜZGECİ
PLASTİK ALMAYIN!
MUTFAK ÖNLÜĞÜ

MUTFAK ELDİVENİ

TÜRK KAHVESİ FİNCAN TAKIMI

ÇAY BARDAĞI

SU BARDAĞI

BİRA BARDAĞI

SHOT BARDAĞI

ŞARAP KADEHİ

MEŞRUBAT BARDAĞI

KUPA

SU ISITICISI- KETTLE
MALZEME MUTLAKA ÇELİK OLMALI, SAKIN PLASTİK ALMAYIN, YA DA ÜRÜNÜN İÇİNDE MİNİMUM ORANDA PLASTİK OLSUN. REZİSTANS GİZLİ OLSUN.2400W-3200W ARASI ALIRSANIZ 10-15 SN DE SUYU KAYNATIR.
RONDO-BLENDER-MİXER-DOĞRAMA-DİLİMLEME- RENDELEME-HAMUR KARIŞTIRICI FONSİYONLU MUTFAK ROBOTU
MOTOR GÜCÜ YÜKSEK BİR MODEL SEÇİN. TEK PARÇA BÜYÜK, HANTAL BİR ROBOT YERİNE BAŞKA BAŞKA PARÇALARA TAKILABİLEN TEK BAŞLIKLI BİR MODEL SEÇİN.
EKMEK SAKLAMA KUTUSU

SALATA KURUTUCU

TÜRK KAHVESİ MAKİNESİ

TOST MAKİNESİ
IZGARALARI TEFLON KAPLAMA OLMAYAN, DÖKÜM OLAN,ÇIKARILIP, YIKANABİLENLERİ TERCİH EDİN.
EKMEK KIZARTMA MAKİNESİ

TAZE MEYVE SIKACAĞI

FRİTÖZ

EKMEK YAPMA MAKİNESİ

MUTFAK TARTISI

OCAK

FIRIN

MİKRO DALGA

ASPİRATÖR

BULAŞIK MAK.

BUZDOLABI